AKLIMIZI BAŞIMIZA ALALIM

Hayatın bütün yükünü
tek başımıza omuzlayamayız.
Sadece dertleri değil, sevinçleri de
paylaşmaya ihtiyacımız var.
Biz insanız, böyle yaratılmışız.

Bireysel yaşam
son yıllarda bize aşırı bir
özgürlük hissi verdi biliyorum.
Hayatın bütün kurallarına,
karşı gelmek geçiyor içimizden.
Ama oyunun, eğlencenin bile
bir kuralı yok mu?..

Dünyadaki 8 milyar insanın
8 milyar farklı düşüncesi var.
Parmak izlerimizi bile farklı çizen güç,
beyin kıvrımlarımızı da farklı yaratmış.
O yüzden tıpa tıp
aynı duyguları yaşayan iki insan yoktur.

İstemesek de toplumun bir parçasıyız.
Hani diyorlar ya bazen,
hepimiz aynı gemideyiz,
ne yazık ki doğru.
Batarsak da, karaya çıkarsak da
yine hep birlikte olucaz.
Bu yüzden ne yapıp edip
bir “Ortak Nokta” oluşturmamız lazım!

Aslında hepimiz farkında olmadan
bunu istiyoruz ve yapıyoruz.
Bir spor kulübüne bağlılığımız,
bir kuruma üye olmamız,
bir sivil toplum kuruluşunda çalışmamız,
bir siyasi partiye gönül vermemiz,
bir tarikata girmemiz,
bir fan kulübe katılmamız,
hemşeri dernekleri kurmamız
hep bir ortak nokta arayışımızın
doğal bir sonucu değil mi?

Eğitimimiz, inancımız, etnik kökenimiz,
kültürel yapımız, felsefi düşüncemiz,
ekonomik durumumuz, bakış açımız gibi
birçok etken bizi
farklı farklı mecralara sürüklüyor.
Birleşiyoruz derken aslında ayrışıyoruz.
Ama unutmayalım, hâlâ hepimiz
aynı gemideyiz.

Gemideki bütün yolcuların
ortak bir noktada buluşması için
acaba ne yapmamız lâzım?

Son yıllarda, ayrışmamızı
çok fazla tetikleyen
iki unsur daha katıldı hayatımıza…
İnternet ve cep telefonu…
Öylesine bireyselleştik ki,
sohbet ve muhabbet denen şeyi
çoktan rafa kaldırdık.

Bir otobüs dolusu insan,
yanında yöresinde kim olduğunu
fark etmeden cep telefonuyla
farklı âlemlerde geziniyor.
Misafirlikte ve
arkadaş toplantılarında bile
kısa bir muhabbetin ardından
herkes telefonuna dönüveriyor.

Bir zamanlar demokrasi,
insanların bulabildiği
en ideal yönetim modeliydi.
Çoğunluğun isteklerini karşılayan
bu idari sistemin en azından
toplumun yarıdan fazlasını
mutlu ettiğini düşünüyorduk.

Şimdi her bireyin farklı görüşü var.
Çoğunluğu sağlayacak ortak noktayı
bir türlü bulamıyoruz.
Ama bulmak zorundayız!
Yoksa hepimiz zarar göreceğiz,
çünkü hepimiz aynı gemideyiz.
Acaba herkesin buluşabileceği
ortak nokta ne olabilir,
diye sordum bir arkadaşa…
“Para” dedi.
Evet, doğru olabilir gerçekten...
Ama 86 milyona yetecek parayı
devlet bile bulamazken
biz nerden buluruz?

İşin şakası ve esprisi bir tarafa,
artık Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkez,
Müslüman, Alevi, Laik,
Çağdaş, Gerici, Atatürkçü,
Batı hayranı ayrışmasının üstünde,
bu ülkede yaşayan insanlar olarak
bizi bir arada tutacak
geniş bir şemsiyeye ihtiyacımız var.

Az da olsa aramızda
kötü niyetli insanlar olabilir.
Psikolojik bozukluğu yüzünden
başkalarına kötülük yapmaktan,
acı çektirmekten özel zevk duyan
sadist, hatta sadomozişt yapıya sahip
insanlarımız da mevcuttur.

Ancak değişik fikirlere sahip olan
büyük çoğunluğun, aslında samimi olarak
ülkenin iyiliğini düşündüğüne,
ancak kendi düşüncelerinin uygulanmasıyla
hayal ettikleri sonuca ulaşılabileceğine
inandıklarını sanıyorum.

Burada hepimize bir fedakârlık düşüyor.
Bizim fikrimiz olmasa da
bir guruba göre ülkenin iyiliğine olacağı
düşünülen bir şey yapılıyorsa,
ona karşı çıkmayalım, destek olalım ki,
bir gıdım da olsa yol alabilelim.

Eğer bundan olumlu bir sonuç çıkmazsa,
zaten fikir sahipleri de ısrarcı olamayacaklardır,
bu sefer bizim fikrimiz ön plana çıkacak
ve diğerleri de haliyle bize destek olacaktır.
Yoksa her şeye karşı çıkıp
sürekli bir şeylerin yapılmasını engellersek,
yerimizde saymaya mahkûm oluruz.

Fransız ihtilâlinden sonra biliyorsunuz
“ulus devlet” diye bir kavram çıktı.
Milliyetçilik akımını güçlendirmeye yarayan
bu anlayış, dünyada çok sayıda
devlet oluşmasına sebep oldu.

İngilizler, Fransızlar, Almanlar
ulus devletlerini rahat kurdular.
Büyük devletlerin ve
imparatorlukların hegomonyası
altında kalan milletlerin
kendi ulus devletlerini kurmaları
elbette zor oldu ve zaman aldı.

Genç arkadaşlarımız yakın tarihle
pek ilgilenmiyorlar biliyorum ama,
en azından orta yaşta olanlar,
Sovyetler Birliği’nin ve
Yugoslavya’nın dağılmasıyla kurulan
bağımsız devletleri hatırlarlar.

Elbette bu yeni kurulan
ulus devletlerin vatandaşları
robot gibi tek düze bir düşünceye
sahip insanlardan oluşmuyor.
Ancak ulusal konularda ve
ülkelerini ilgilendiren durumlarda,
en azından ulusal çıkarları için
tekvücut olabiliyorlar.

Tpğyekün bütün ilkeyi
ve bütün vatandaşları ilgilendiren
konularda, bizim kadar
dağınık düşünceye sahip başka
bir “millet” olduğunu sanmıyorum.

Millet, aslında aynı ülküye,
aynı inanca sahip, ortak bir tarihi
paylaşan, ortak bir dili konuşan,
vatan toprağı üzerinde yaşayan,
sevinçte ve kederde kenetlenebilen
insan topluluğudur.

Yüzyıllar boyunca süren
göç hareketleriyle şekillenmiş,
çok çeşitli toplumlardan gelen
göçmen bireylerle oluşmuş,
ırksal ve etnik açıdan çok karmaşık
bir yapıya sahip olan
Amerika vatandaşları bile
Amerikan çıkarları için
bir millet silüeti çizerken,
biz ülkemizde bu birlik duygusunu
bir türlü oluşturamadık.

Dünya sıralamasında hep geri sıralarda
yer alışımızın sebeplerinden biri de
bu olsa gerektir. Bunda dış güçlerin de
iç güçlerin de etkisi olabilir.
Ama bunu düzeltmek
ve gerekeni yapmak görevi
bize, hepimize düşüyor.

Buradaki “Biz” zamirini, sanki
karşımızda bir de “onlar” diye
bir gurup varmış gibi değil,
86 milyonu içine alan
bir çember gibi algılamalıyız.

Yoksa bşzşm dışımızda, “onlar” diye
bir gurup olduğunu düşünürsek
içinde bulunduğumuz döngüden
çıkmamız asla mümkün olamaz.

Dînî, siyasî, felsefî, ekonomik,
kültürel ne kadar farklı düşünce varsa
içimizde tutalım, ama 86 milyonluk
bir ülkenin “ortak vatandaşı” olduğumuzu,
daha da önemlisi hepimizin
bir “insan” olduğu gerçeğini
hiçbir zaman unutmayalım.

Hangi partiye mensup ve hangi inanca
sahip olursak olalım, ülkemizin,
milletimizin, vatanımızın çıkarları için
aynı noktada buluşalım
ve bunu mutlaka başaralım.

Hepimizin aynı gemide olduğu gerçeğini
bir kere daha hatırlatarak,
ülkesini, milletini düşünen,
“Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı İnsanlar”
olarak 86 milyonu millî konularda
birlikte hareket etmeye çağırıyorum.

İnanın her şey o zaman daha güzel olacak,
hepimizin arzuladığı Türkiye’ye
daha kısa zamanda ulaşacağız.

Bugüne kadar bu çekişmeden
olumlu bir sonuç alamadığımıza göre,
denemeye değmez mi?